Bilge bir adam, yakın bir şehirdeki dostunu ziyarete
etmek üzere onun yaşadığı şehre gitmiş. Dostu da kendisi gibi sevilen-sayılan
bilge bir insan olmakla beraber çok hünerli bir demirci ustasıymış. Dostuna
ait dükkânın bulunduğu çarşıya giden Bilge, her zaman demir-çelik sesleriyle
çınlayan dükkânın kapalı olduğunu görünce hayli endişelenmiş ve “yoksa dostuma
bir şey mi oldu” kaygısıyla dükkân komşularına yönelip, arkadaşını sormuş!
Dostunun, kimseye bir açıklama da bulunmadan, ani bir kararla
dükkânını kapatıp bir dergâhta inzivaya çekildiğini söylemişler!
Dergâhın yerini öğrenip oraya gitmiş ve dostunu
bulmuş. Hoş beşten sonra sohbete başlamışlar. Bilge dostuna neden
dükkânını kapatıp, buraya çekildiğini sormuş. Dostu da, “Hikmetlerle
dolu, hayret verici bir duruma şahit olduktan sonra böyle bir karara vardığını” söylemiş!
Bilge, “Senin böylesine önemli bir karar vermene sebep olan durumu gerçekten
merak ettim, bana da anlatır mısın, belki bende nasiplenirim” demiş.
Demirci; “bir yolculuk esnasında, yolumuz çöle
düşmüştü. Yakıcı güneş altında ve kavurucu kumlar üzerinde ilerlerken, bir
kayanın gölgesine sığınmış küçücük bir kuş dikkatimi çekti. Yaklaştım, kuşcağız
uçamıyordu, belli ki yaralıydı, kanadı kırılmıştı herhalde. Bu kuşu
seyreylerken hayli üzüntüye kapıldım. Zavallı kuş cağız burada ölüp gidecekti.
Ancak ölüm anına kadar, bir yandan yarasının acısıyla diğer yandan da açlık ve
susuzluk ıstırabıyla, acılar içerisinde kıvranacaktı.
Bunları düşünürken, gagasında yiyeceklerle başka bir
kuş geldi ve yaralı kuşun yanına konup getirdikleriyle onu yedirip, içirdi. Bu
hali görünce hayli sevindim ve hayran kaldım Yaradan’a! Ve o gün bir karara
vardım; ıssız bir çölün ortasında yaralı, aciz bir kuşun rızkını gönderen Rabbim,
benim nasibim olan rızkı da bir şekilde bana ulaştıracaktır. Dolayısıyla artık
dünya işleriyle, uğraşıp boş yere rızık peşinde koşmamaya karar verdim ve kalan ömrümü ibadetle geçirmek üzere
bu dergâha çekildim demiş!
Demirciyi büyük bir dikkatle dinleyen
bilgenin yüzünü, sözün sonunda bir tebessüm kaplamış ve dostuna; “gerçekten ilginç bir olaya şahit olmuşsun ve
ondan da dersler çıkarmışsın, ne güzel. Fakat benim anlayamadığım neden
acaba çölün ortasında aciz düşmüş kuşa özenmek yerine ona yiyecek getiren
sağlıklı, vefakâr kuşa özenmedin? Onun gibi iyiliklere vasıta olarak hem
Allah’ın rızasına eren hem de kulların şükranlarına nail olanlardan olmayı
arzulamadın? Derler ya, ‘veren el, alan elden üstündür.’
Bir ulu öğütte şöyle buyrulmaktadır; ‘Her ahval ve şartta, mutlaka verenden olmaya çalış.
Yaratılmışlara senin aracılığın ile bir zarar gelmemesi içinde elinden
geldiğince gayret sarf et. Daima bir yardımda bulunmak suretiyle yaratılmışın
sevinmesine vesile olman, şüphesiz ki her şeyden üstündür!’
Bilgenin anlattıkları karşısında büyük
bir şaşkınlık ve mahcubiyet yaşayan demirci, kalkıp bilgeye sarılmış ve “Üstat
sen gerçek bir bilgesin, beni gafletten uyandırdığın için teşekkür ederim” demiş,
sonrada beraberce çarşıya yürüyüp, dükkânı açmışlar. Çekicini alan
Demirci tekrar tezgâhının başına geçmiş...
Sözlükte, ‘Mucizenin’ anlamı; akıl yoluyla açıklanamayan, bu
yüzden de Tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan doğaüstü olay veya
durum olarak açıklansa da, günlük yaşamda, beklenmedik sevinçlere
vesile olan güzel tesadüflerde mucize olarak adlandırılmaktadır.
Bazen öyle sıkıntılar, zorluklar
yaşar ki insan, kendi imkânlarıyla bunları aşması mümkün olmaz, ancak bir
mucizeyle kurtulabileceğini düşünür. Bazen de öyle ihtiyaçlarımız ve
arzularımız olur ki, bunlara ulaşmamız da yine ancak mucizeyle mümkün
görünür. Fakat bizim ancak bir mucizeyle
aşabileceğimizi sandığımız hallerden, birilerinin, bize göre büyük onlara göre
ise küçücük destekleriyle kolayca kurtulabileceğimiz gibi, bizim için çok
önemli olan ve ancak bir mucize sonucu ulaşabileceğimizi düşündüğümüz şeylere
de, yine birilerinin ufacık bir katkılarıyla ulaşmamız mümkündür!
Evet, aslında başkaları için mucizevî görünen şeyler,
bizim küçücük bir katkımızla gerçeğe dönüşebilir. Yukarıdaki mucize hikâyesinde olduğu
gibi, sevimli kızın küçük bir girişimiyle, ailesi için mucizevî olayların
gerçekleştiğini gördük.
Bir ailenin mucize olarak gördükleri istek ve
ihtiyaçlarını karşılamak ise hikâyedeki doktor için çok kolay ve sıradan
şeylerdi. Çocuğu
tedavi ettirmek, küçük kızın iyi bir eğitim almasını sağlamak ve babaya-anneye
hastanesinde iş vererek ailenin rahatça geçimlerini temin etmelerine yardımcı
olmak doktor için zor şeyler değildi. Bununla
beraber doktor, bu insanlara yardımcı olarak aslında kendine de iyilik
yapmıştır!
Şöyle ki, yaptığı bu yardım sebebiyle, iyilik yapmanın,
o çok hoş-çok özel hazzını tatmış, mazlumların duasını alarak, Yaradan’ın
rızasını kazanmış ve çok önemli bir sosyal sorumluluk vazifesini de yerine
getirerek toplum vicdanının da memnuniyetini kazanmıştır!
Herkes kendi çapında mucizeler gerçekleştirme imkân ve
kabiliyetlerine sahiptir. Sen bir başkası için mucize gerçekleştirdiğinde,
senin için de bir mucizenin gerçekleşmesi ihtimali oldukça yüksektir. Birileri
için mucizeler gerçekleştirmeye kalkıştığımızda eğer şu ulu öğüdü de dikkate alırsak,
yapacağımız iyiliğin-güzelliğin değeri kat kat artacaktır.
“Her ahval ve şartta, mutlaka
verenden olmaya çalış. Fakat hiçbir zaman karşılığını beklemeksizin yap bu işi.
Hatta karşılığını düşünmemeye dahi gayret et. Ve hatta Yaradan’ından bile
bekleme bu karşılığı. Sadece hayatın her anında iyiliklere vasıta olmaya çalış,
karşılık beklemeksizin ve düşünmeksizin..”
Ve şu da
aklınızda olsun ki;
Çoğu zaman yardım ya da iyilik istemek için bize
açılan eller belki de bizi bir kötülükten korumak veya bir dardan kurtarmak
için uzatılmış bir kurtarıcı elidir. Dolayısıyla başkalarına yardım veya iyilik
yaptığımızı sandığımız bazı durumlarda aslında farkında olmadan kendimize
iyilik etmiş olduğumuzu da unutmamalıyız.
İsmail Hakkı
Kavurmacı
İnsanlık Alemi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder